İstanbul’dan Bodrum’a taşınan çoğu insanın derdi İstanbul’dan çektiklerinden ibaret. “İstanbul artık yaşanacak yer değil.” Benim sendromum ise biraz daha farklı: Yıllardır şu “benim küçük yerde yaşamam lazım” insanlarındanım.
İstanbul’da yaşayan ve “küçük yer” tamlamasını ağzından düşürmeyenler, büyük şehrin kaosundan, samimiyetsizliğinden, ne yapsa çocukluğunu hatırlatamamasından bahsediyor sanırım. Tüm bunları dahil tutmakla beraber, arttırıyorum. Yıllardır koca İstanbul’da tek caddeden ibaret bir hayat yaşıyorum. “Komşuculuk” ve “müdavim” kavramlarını; birbirine günaydın diyen, içtiğin sigarayı ve içkiyi ezbere bilen, ayaküstü “sizin ev işi ne oldu, yıkılıyor mu?” diye muhabbete giren insanlarını seviyorum. İhtiyaç duyduğum-duyacağım her şeyin yürüme mesafesinde olmasını, her sokağını dükkanını köşesini kucağını ezbere bilmeyi seviyorum. Seviyorum da seviyorum. Yıllardır o Cadde’den dışarı çıkmıyorum!
Tam da bu yüzden Bodrum’a taşınmak istediğimden bahsettiğimde bana “Orası sana yetmez, küçük gelir” hazır cevabını yetiştirenlere son derece geçerli bir savunmayla geliyordum: Ben zaten Bodrum’dan çok daha küçük bir alanda yaşıyorum! Kendimce Bodrum’un Liman Yürüyüş Yolu‘nun versiyonu olan Sahil Yolu, bir de rakıcılarla dolu Barlar Sokağı’ndan ibaret bir Caddebostan’da dikiş tutturmuşum. 5 dakika dışına çıksam kendimi yabancı, yalnız hissediyorum. O ev hissini de buralar dışında bir tek yaz tatillerimde, Bodrum’da buluyorum. Tesadüf bu ya, Bodrum tatillerimde de yıllardır hep aynı yerde kalıyor, ne kadar gezsem görsem de hep aynı yerlerde takılıyorum. Bazılarının sıkıcı bulduğunu bilmekle beraber, insan-mekanlar söz konusu olduğu zaman sadakatten şaşamıyorum. 😇
Ve nihayet, tam da hayalimdeki “küçük yer”e taşınıyorum…
Ne zaman Bodrumlu olacağım doktor?
Felaket tellallarını susturmak memlekette imkansız, malum. “Küçük yer” denen yerle ilgili anlattıkları ilk şey “gıybet” oluyor. Burada herkes ne yapmışsın bilir, merak eder, konuşur, insanlar sıkıntıdan birbirine sarar. Olur öyle, diyorum, daha daha? İşte avantajları da var tabii, tek bir tur atarak tüm işlerini halledersin. Tamam, tam da sevdiğim, alıştığım gibi. Burada da turlarım tabii. Peki ben turladıkça beni öğrenirler mi? Tekellerin beni görünce 2 paket Marlboro Lights uzatması ne kadar sürer? Müdavimi olacağım mekanları ne zaman bulurum? Bana ne içeceğimi sormalarına gerek kalmaması için ne kadar zaman geçmesi gerekir ki? Acelem var benim, beni ezbere bilen bir yerden geldim, kendimi yabancı hissedersem oraları özleyebilirim…
Derken ilk “her zamanki pizza ve şaraptan getiriyorum?” cümlesi Arka Pizza’dan geldi. Daha da kaç hafta oldu halbuki. Yüzüme öyle kocaman bir gülümseme yerleşti ki! 😊
Sonra, günlerden bir günü, tatilci nostaljisi yapmak için DelMar’da geçirdim. Aylardan Kasım, ben de denizden çıkmışım ya, mekandaki üç-beş kişinin her biri “deniz nasıldı?” ile başlayan muhabbetlere girdi; Alman bir amca bana purosundan ikram edip birkaç gün önce Bodrum’daki ilk evini satın aldığından ve kendini ne kadar şanslı hissettiğinden bahsetti. Tanışmayan bir DelMar dolusu insan, her gün görüşüp birbirini güncelleyen arkadaşlar gibiydi. ✌️
Birkaç gün sonra Torba’da ayaküstü muhabbet ettiğim abi ile karşılaştık, “Sizin ev işi ne oldu?” dedi, “Eskiçeşme’den şaşmayın” diye ekledi; birbirimizin ismini bile bilmediğimiz halde ne iyi geldi. ☺️
Sonra, Meyhaneler Sokağı’nda rakı içtiğimiz bir gece, masaya Bodrum evleri desenli rakı bardakları geldi. Caddebostan Ceneviz’e ne zaman yeni bir bardak gelse, bana bir takım hazırlayıp hediye ederlerdi. Akşam oldu hüzünlendim ben yine tabii. Gecenin sonunda Bodrum evi desenli bardaklarım, buraya kadar taşıdığım Ceneviz bardaklarımın yanında yerlerini alıvermişti. 💝
İçimdeki 30 yıllık alışkanlık sesi rahatladı, “Tamam, Bodrum da olacak” dedi. 👍
Bodrum’un İstanbullu Kişiyi Afallatan Şekerlikleri
Bu şeker enstantaneler dışında, bir İstanbullu olarak kendimce komikli mini hikayeler de biriktirdim.
Mesela; doğum günümde İstanbul’dan gelen çiçeğim için beni evde bulamayan kargocu abi, yakınlardaysam başka bir yere de teslim edebileceğini söylediğinde, ben bulunduğum kafenin açık adresini vermeye çalıştım ve bir türlü anlaşamadık. Neden sonra abimiz “haaa Panpan’da mısın abla, öyle söylesene yaa” diyerek çiçeğimi getirdi ve doğum günümü kutladı. (Kartı okumuş ve bunu göstermekten gocunmuyor 😝)
Mesela; eve damacana almaya niyetlendiğimde telefondaki abinin sorduğu soru “Tekne mi dükkan mı abla?” idi. Ev abi, ne dükkanı, ne teknesi? 😂
En afalladığım ve “küçük yer” ne demekmiş anladığım mini hikayem ise geçen Pazar gerçekleşti. Eskiçeşme’de favori kahvaltıcımız Limoon’a doğru yürürken, sokaklar boyu ilerleyen masmavi kocaman bir boru yolumuzu kesti. Şakalı komikli çeşitli “bu ne acaba yaa” tahminleri yürütüp kahvaltımıza geçtik. Dönüşte herkesin elinde paket çorba gibi duran bir takım kutucuklar vardı. Yine şakalı komikli “ne oluyor acaba”lar döndü. Bodrum, animasyon ekibinin sürekli etkinlik düzenlediği bir tatil köyü gibi. İstanbul’dakinden fazla etkinlik olamayacağına göre hepsine bizzat şahit olduğumuzdan herhalde…
Nitekim o akşam eve geldiğimde taze takip ettiğim Bodrum Kent Medya youtube kanallarında hemen şu haberler baş gösterdi: “Vatandaşların Hayatını Felç Eden Boru”. “Öğrencilerden Aşure Etkinliği”. 😳 Günlük hayatında gözlerinle gördüğün şeyleri akşam haberlerde izlemek garip tabii ☺️ Biz kendi şehrimizde, hatta semtimizde olan şeyleri televizyonda bizden uzak gelişmeler gibi, başka dünyalar gibi, filmmiş gibi izlemeye alışmışız. Yerel haber diye bir şey yaşamamışız. Beni çok eğlendirdi; sabah akşam yerel haber kovalıyorum şimdi. 😎
Uzun yazının kısa itirafı; Bodrum’a taşındığımdan beri her şeye şaşırıyorum, meraklanıyorum, gülümsüyorum, çocuklanıyorum. “Bodrum sen mi küçüksün ben mi” diyorum, bu İstanbullu günlüğünü sonlandırıyorum…