Bodrum’a taşınmama geri sayımda olduğumuz günlerden birinde, bir arkadaşım “Neden böyle bir şey yapıyorsun?” diye sormuştu. Taksim’deydik. Yüksek alkolün bana verdiği yetkiye dayanarak ona “yeni hikayeler biriktirmek için” gibi şairane bir cevap vermiştim.😝 Ertesi sabah, ‘hayatını bırakıp başka bir yere taşınan’ insan modelinin tüm beklentisinin belki de bundan ibaret olmasına büyük gülümsedim. 😇
Bunun üzerinden 3 ay geçti. Bodrum’da yaşadığım 3 ay. 😊 Geçenlerde, belki okumuşsunuzdur, “yeni şehrimizi tanıyalım” başlığı altında ilk kez Muğla’ya gittim. Ufacık bir hafta sonu tatiliydi, Muğla-Bodrum arası zaten 2 saat. İlk günü öğrenci usulü merkez hayatından, turistik uzuun yürüyüşlerine kadar Muğla’yı büyük severek geçirdim. İkinci günün menüsünde de Karabağlar Yaylası vardı…
Adını 24 saat önce duymuş bile olmadığım bir yayladan, tam da Bodrum’a taşınırken hayalini kurduğum gibi bir hikaye çıktı. Dikkatinizi çekmek istiyorum: “Yayla”. Bundan 3 ay önce “yayla” diye bir kelime yoktu benim hayatımda. 😳
“Buralar labirent gibidir. Kaybolursunuz.”
Biz turistiz ya; Karabağlar Yaylası’nda da Süpüroğlu diye bir restoran var. Karabağlar’a vardığımız anda yağmur başlayınca, soluğu orada alıyoruz. Süpüroğlu yaz-kış, her gün açıkmış. Muğla grisi hali bile o kadar güzel ki, insan burası baharda nasıl olur hayal bile edemiyor. 💚 Gel gör ki yağmur durmuyor! Ya arabayla şöyle bir tur atacağız, ki benim “gezmek” anlayışımla zerre örtüşmüyor, ya da gözümüzü karartıp yağmur-çamur ne varsa yardıracağız. Tabi ki yürümeye karar veriyoruz. ☔ “Bari nokta atışı ilerleyelim” umuduyla Süpüroğlu amcaya “ne yöne doğru yürüyelim” diye soruyoruz. Son derece net bir “yürümeyin” cevabı yapıştırıyor ve ekliyor: “Buralar labirent gibidir. Kaybolursunuz.”
Muhtemelen gerçekten de kayboluyoruz, ama farkında bile değiliz. Karabağlar o kadar gerçek hayat dışı bir yer, Miko’nun Karabağlar seferimiz için bize uygun gördüğü hava koşulları o kadar film ki, kendimizi frenleyemeden ilerliyoruz. Nerede güzel bir yol görsek heyecanlı çocuklar gibi oraya sapıp, amcamın “labirent” dediği şeyin kucağına düşüyoruz. ☺ Keyfimiz yerinde. Etrafta havanın doğal filtresinde çizim gibi duran bir dağ, üstündeki köpük köpük bulutlar, birkaç patika dışında bir şey yok. İnsan olmamasına Bodrum’un kış halinden alışığız ama, burada köpek filan da yok. 😳 Yok da yok!
Derken arkamızda bir tip fark ediyoruz. İstanbul’da büyümüş çocuklarız ya, hemen “katil” geyiğine başlıyoruz. Bodrum’a taşınmış heyecanlı İstanbul gençleri ve Muğla’nın in-cin kısmısının top oynadığı bir yaylasında keşif turuna çıkmışken peşlerine takılan katil. 😝
Adımlarını hızlandıran katil bize yetişiyor. Tam teğet geçecek derken duruyor, bize bakıyor, kocaman bir “günaydın” patlatıyor. Günaydın, Bodrum’a taşındığımdan beri hayat hikayemi anlatmaya çok meraklıyım, bulmuşken size de anlatayım… 😇 Biz anlattıkça o da anlatıyor; sonunda (sonunda dediğim muhabbetin 5. dakikasında filan) “aa böyle olmaz, gelin şu yolun sonunda annemin evi var, kahve içelim öyle muhabbet edelim” diyor. 💕
Labirentimize bir patika daha ekleyip, ortasından soba geçen, içinde annesi, komşusu olan, sıcacık bir evde buluyoruz kendimizi. Bahçedeki bebek köpekleri seviyoruz; annemiz bize elini öptürüyor. Biricik katilimiz Türk kahvesi yapıyor; bizim hikayemiz onlarınkini; bizim Bağdat Caddesi onların Teşvikiye’sini kovalıyor. Biz Bodrum’dan beklentimizin şu küçük yer samimiyeti olduğunu anlatıyoruz; onlar geçen gün Migros’ta tanıdık kimseyi göremeyince “Muğla bozdu mu?” kafasına girdiklerini. 😊 Küçük kardeşleri de Yalıkavak’ta oturuyor. Onlar anlattıkça biz de “Bodrum çok şehir yaaa” diye hallenir oluyoruz; yaylalarda onlarla komşuculuk oynamak istiyoruz. 😍
Gençliğin formülü Karabağlar Yaylası’nda çıktı!
Sevgili katilimiz, bizim yaşlarımızda, çok çok kafa bir hatun çıkıyor. Sonra, çok da bizim yaşlarımızda çıkmıyor. Şakası yok, 47 diyor. 47 yaşında olmakla gerçekten alakası yok; ben diyeyim 27, birkaç sene sonra olsun olsun 37… Ben mevzuya çok pis takılıyorum. Muhabbetin olur olmaz yerlerinde “nasıl 47 yaa?” çıkışları yapıyorum. 😝 Muğla’nın bir yaylasında gençliğin formülünü bulmuş mu sayılıyorum?
“İnsanın hayata bakışıyla alakalı” diyor tabii. İstanbullu tabiriyle çok “zirvede” günler de yaşamışlar; yokuş aşağı yuvarlanmalar da. Yayla dediğin yüksekte olur ya; Karabağlar Yaylası Muğla Merkez’e göre alçakta. Buna rağmen “yayla” denmesinin sebebi, Gökova’ya göre yüksekte olmasında. Yüksekte olmak dediğin hep “kime göre, neye göre?” mevzusu aslında…
Ben yaylaya inmiş şehirli olarak içimden metaforlardan metaforlara koşarken; 5 dakika filan önce tanışmış, bambaşka yaş gruplarına ve hayatlara ait insanlar olarak, “hayat” hakkında konuşuyoruz. Anlattığına göre, insan insanları, bir de çiçekleri sevmeliymiş. 🌻 Gerçekten de insanları ne kadar çok sevdiği anlattığı her hikayeden fışkırıyor. 😍 Bir de, özellikle baharda ama kışın en yağmurlu zamanlarında da, ayağına balıkçı çizmelerini geçirip Karabağlar Yaylası‘nın toprak labirentlerinde uzuuun yürüyüşler yaptığını anlatıyor. Çiçeklere çok meraklı. Ege otlarından çok anlamıyor, ama geçen gün sezonun yayla otlarını toplamış; onları bir poşete atıyor. Babası, yeni hayatında, burada köy yumurtası satıyor. Onlardan da ekliyor; elime poşeti tutuşturuyor. 💚
Bizi mutlu etmek için bildikleri ne varsa bir poşete sığdırırken, bir sonraki gelişimizde daha uzun uzun muhabbet etmek için, sık sık gelip onda kalmamız için telefonlarımızı alışıyoruz.
“Turist” geldiğimiz ıssız bir yaylada, ortasından soba borusu geçen o evin insanlarıyla, muhabbetiyle, kahvesiyle içimizi ısıtıyoruz. Bodrum’un her biri klimayla ısınan evlerine kıyasla o kadar farklı bir sıcaklık ki, Bodrum buraların yanında o kadar İstanbul ki, bir an için gerçekten buraya taşınmak istiyorum… Baharda yeniden oralarda olacağım. Yine Karabağlar Yaylası’nın güzelliği karşısında kendimi kaybedeceğim, yine kaybolacağım. 😇
Bu ufak hikayemizi neden bu kadar sevdiğimin en kısa özeti, “kaybolmak iyidir” cümlesi.
Geçen gün caddede (şair burada Bağdat Caddesi’ni kastediyor) yürürken, bugün kendini bir yaylada bulmak iyidir.
Labirentler iyidir. Nereye çıkacağını bilmediğimiz, sadece güzel bulduğumuz için peşine düştüğümüz yollar iyidir.
Hayatta hep kendi yolumuzdan, caddelerden yürürsek; birilerinin o kaybolmuş, o en şehirli, en şapşal halimizi fark edip bizi yeni hikayelere davet etmesini ıskalayabiliriz.
Sanırım o zaman 47 yaşımıza geldiğimizde, 27 yaşında gösteremeyiz. ❤