Milas sınırları içine girdiniz, şimdi tarihin kokusunu içinize çekebilirsiniz! 💙 Burada, hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklemediğiniz bir sokakta tarihle yüz yüze geleceksiniz. Eski adıyla Mylasa, şimdiki adıyla Milas’ın tarihi M.Ö. 1000’lere kadar dayanıyor. Karya Uygarlığı ve Menteşe Beyliği’ne başkentlik yapmış bu topraklarda Karya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıkları hüküm sürmüş. Bu kozmopolit yapı da bugün tarihe ışık tutan pek çok eseri ardında bırakmış…
Merkeze doğru ilerlerken, sıra sıra bahçeli Macar Evleri’ne bakıp ‘’Ahh keşke bu evlerden birinde yaşasam’’ diyecek, ilkokulunu gördüğünüzde öğrencilerine özenecek, oradan Arasta’nın sokaklarına uzandığınızda ‘’Burada bir dükkanın olacak!” diye iç çekeceksiniz. 😇 Milas’taki antik kentleri gezerken ise, binlerce yıl önce sizin gibi orada yürüyen insanları düşünürken, geçmişin sihirli izinde kaybolabilirsiniz. Hazırsanız, Milas’ın mutlaka gezmeniz gereken tarihi noktalarını hızlandırılmış bir bilgi turuyla önünüze seriyoruz; uygarlıklar başkenti Milas’a siz de hoş geldiniz diyoruz!
İlgili Yazılar:
Milas’ın En Güzel Koyları ve Sahil Beldeleri
Milas Mutfağının Yöresel Lezzetleri ve Meşhur Yemekleri
Labranda
Milas‘a 14 km mesafede, Kocayayla’da bulunan Labranda Antik Kenti’ne adım attığınız anda Karyalıların kutsal topraklarına adım atmış sayılıyorsunuz. Dağların üzerine hac yeri olarak kurulmuş yapı, adını ‘’çift yüzlü balta’’ anlamına gelen Labriys’ten alıyor. Dönemin sikkelerinde elinde balta ile betimlenen Zeus’a adanmış olan bu kutsal alana, “Kutsal Yol” olarak adlandırdıkları ve Baltalı Kapı’dan başlayan, 14 km’lik taş kaplamalı yolu yürüyerek ulaşılıyor.
Labranda Antik Kenti’nde bulunan en önemli yapıtlar; Zeus Tapınağı, hamamlar, kiliseler, antik yol rakip evleri, tresa evleri, stoa, anıtsal merdivenler ve şölen binaları. Etrafı ağaçlarla kaplı, 600 metre yükseklikteki bu yayladan izleyeceğiniz manzara ise, her mevsimde paha biçilemez güzellikte. Antik kentin kuzeydoğusundaki doğal kaynak suyu, buranın en kıymetli hazinelerinden bir diğeri. Zeus’un yaralanan ve hastalanan askerlerine bu suyu içirdiği ve askerlerin sağlığına kavuştuğu rivayet ediliyor. Milas’ta bol bol karşılaşacağınız Labranda Su markası adını buradan alıyor.
Euromos
Milas’a 12 km. uzaklıkta, Ayaklı Köyü yakınlarındaki Kızılbayır Tepesi eteklerinde yer alan ve ana yoldan sadece 200 metre içeri girerek rahatça ulaşabileceğiniz Euromos Antik Kenti; antik çağda Mylasa’dan sonra yörenin en önemli kenti olarak biliniyor ve “Kyramos”, “Hyramos” isimleriyle de karşımıza çıkıyor. Kentin en önemli yapısı; 17 sütunlu Zeus Lepsynos Tapınağı, bugün 16 sütunu sapasağlam ayakta ve Anadolu üzerindeki en sağlam kalmış antik tapınaklardan biri olarak dikkat çekiyor. Tam da bu nedenle, halk arasında buraya “Ayaklı” deniyor ve Ayaklı Köyü adını buradan alıyor. 😇
Zeus Lepsynos (Baltalı Zeus) Tapınağı‘nın güney tarafındaki dış yüzünde, bölgede karşımıza sıkça çıkan çift ağızlı balta kabartıları göze çarpıyor. Tapınağın sütunlarındaki yazılardan ise, her sütunun ayrı bir kişi tarafından yaptırılıp dikilmiş olduğu anlaşılıyor; bunlar arasında çağın ünlü hekimleri, devlet adamları gibi isimler yer alıyor. Tapınağın arkasındaki tepede göreceğiniz, Helenistik ve Roma dönemine ait büyük bir alanı kaplayan sur duvarları; surların bir parçası olarak yapılan ve düzgün kesme taş işçiliğinin örneğini sergileyen yuvarlak kule ve tipik Hellen özelliği taşıyan tiyatro; kazı çalışmalarının devam ettiği Euromos’ta günümüze kadar ulaşmış diğer öne çıkan yapılar arasında.
Iasos
Milas’a 28 km. uzaklıktaki Kıyıkışlacık Köyü içerisinde yer alan Iasos Antik Kenti‘nin tarihi, M.Ö. 3000 yılına kadar uzanıyor ve tarihin birçok medeniyetine tanıklık etmiş önemli bir şehir olarak Neolitik, Arkaik, Helenistik, Roma, Bizans, Menteşe, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinden izler taşıyor. Kentin kurulduğu alan önceleri bir ada iken, bin yılların taşıdığı alüvyon yükü denizi dolduruyor ve bir yarımadaya dönüşüyor. Iasos aynı bugün olduğu gibi, antik dünyada da balıkçılıkla tanınıyor.
Kente dair en önemli yapılar; yamacın hemen eteğinde bulunan ve kemerli bir kapıdan geçilerek girilen Agora, Agora’nın güney batısında yer alan Bouleuterion, Zeus Megistos ve Artemis Astias Tapınağı, en iyi korunan bölümlerinden biri olan Antik Tiyatro, Akropol, Mozaikli Ev, hep bu yarımada üzerinde yer alıyor. Yarımada dışında gezebileceğiniz diğer noktaların başını ise; büyük sur, su kemerleri ile aslen Roma Dönemi’ne ait bir anıt mezar olan (Roma Mausoloeionu) ve Kültür Bakanlığı tarafından restore edilerek 1995’te ziyarete açılan Balık Pazarı Açık Hava Müzesi çekiyor. İncir ve zeytin ağaçlarıyla huzur veren Iasos; yeşili, maviyi ve geçmişin 50 tonunu birleştiren manzaraları için bile mutlaka görmeniz gereken bir yer. Gelmişken sahildeki balık restoranlarına uğramak şart. 😉
Latmos (Latmos Herakleia)
Bafa Gölü ve Beşparmak Dağları’nın kucağında bir antik kent: Latmos Herakleia. Muğla’nın Milas ve Aydın’ın Söke ilçelerinin sınırları içinde kalan Bafa Gölü‘nün kuzey doğu kıyısında, antik adıyla Latmos Dağları‘nın eteklerinde kurulan kentin kalıntıları, bugün Kapıkırı Köyü ile iç içe geçmiş durumda. O kadar ki, köyün ilkokulunun bahçesi aslinda Agora; Bouleteriona ise bir köy evine giden patikanın ucunda!
Latmos, M.Ö. 350’de Karia kralı Mausolos’un emriyle kurulmuş bir liman şehri. Büyük Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonlar, zaman içerisinde Latmos Körfezi’nin uç kısmını doldurunca şehrin denizle bağlantısını kesiliyor; iç deniz halini alan körfez Bafa Gölü’nü oluştururken, şehir ise önemini yitirmiş sayılıyor. O günlere dair kalıntıların epey tahribata uğradığı Latmos Herakliası‘nda, görülmesi gereken en önemli nokta olarak geriye kalan, şehrin surları ile eski limanın biraz gerisindeki yüksek bir kayalığın üzerinde yer alan ve kentin simgesi olarak bilinen Athena Tapınağı oluyor.
Kapıkırı İlkokulu’nun hemen yakınındaki Athena Tapınağı, M.Ö. 3. yüzyıla ait. Kenti çevreleyen ve yaklaşık yedi kilometre uzunluğunda olan Hellenistik Dönem’e ait surlar ise, günümüze ulaşmış diğer önemli kalıntılar arasında sayılıyor. Hellenistik dönemde yapılmış olan agora, bouleuterion’un doğusunda yer alan Roma hamamına ait olan kalıntılar, hamamdan yukarı doğru devam ettiğinizde ulaşacağınız küçük tiyatro kalıntıları ve tiyatronun hemen kuzeyinde yer alan Nymphaion (Anıtsal Çeşme) göz atabileceğiniz diğer noktalar arasında. Bölge, tüm bunlara ek olarak, Latmos Kaya Resimleri ile dünya çapındaki tarihçilerin ve arkeologların ilgi odağı olmuş. 8000 yıl öncesine dayanan ve Anadolu’nun ilk aile tablosunun sembolik bir dille anlatıldığı ifade edilen bu resimler; tarih öncesi resim sanatına ve dönemin toplu yaşam ilişkilerine dair bilgilere ışık tutuyor.
Yediler Manastırı (Kellibaron)
Milas’ın en önemli tarihi noktalarından biri; Beşparmak Dağları’nın güney tarafındaki Gölkaya Köyü sınırları içinde bulunan ve Yediler Mağarası (İsa Mağarası) Vadisi adı verilen bölgedeki 13 manastırın en büyüğü olan Yediler Manastırı. Yaklaşık üç saatlik bir yürüyüş ile ulaşılan zor bir konumda olmasına rağmen, her yıl binlerce yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor. Bafa Gölü manzaralarının eşlik ettiği yol, zeytin ağaçları ile çevrili harika bir avluya uzanıyor ve sizi Hristiyanların kutsal kabul ettiği, son derece değerli kalıntılara ulaştırıyor.
Arazinin dik olması sebebiyle üç farklı seviyede inşa edilen Yediler Manastırı‘nda görebileceğiniz üç küçük kilise bir yana, esas olarak, yaklaşık 5 metrelik bir kaya oyuğunda Hz. İsa ve 12 havarisinin resmedildiği fresk öne çıkıyor. M.S. 7. yüzyılda inşa edilen freskler, geçtiğimiz yıllarda defineciler tarafından tahrip edilmeleri ve manastırın kulelerinde meydana gelen çökmelerle gündeme gelmişti. Tespit edilen en eski insan figürünün manastır çevresindeki Yediler Mağarası‘nda bulunması ve 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmesine rağmen yeterince korunamayan bölge, mutlaka görülmesi gereken evrensel bir kültür değeri niteliği taşıyor.
Beçin ve Beçin Kalesi
Eski metinlerde Barçın, Berçin, Peçin olarak da geçen Beçin, Milas Ovası’na bakan yüksek bir tepede kurulmuş ve Roma, Bizans, Menteşeoğulları, Osmanlı gibi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış antik bir yerleşim alanı. 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası listesinde yerini alan Beçin Antik Kenti; Anadolu beylikler döneminin en önemli merkezlerinden biri olarak, bu devrin özelliklerini orijinal haliyle önümüze seriyor. Her köşesinde buram buram tarihle karşılaşacağınız bölgede, 2000 yılında yürütülen kazı çalışmalarında bulunan define, bugüne kadar Osmanlı dönemine dair bulunmuş en büyük define olma özelliği taşıyor.
Beçin Antik Kenti, sarp kayalıklar üzerine inşa edilmiş görkemli bir yapı olan Beçin Kalesi ile, bu kalenin güneyinden başlayan surlarla çevrili asıl yerleşim yerinden oluşuyor. Kalenin Bizans döneminde yapıldığı belirtiliyor; daha sonra Menteşeoğulları Beyliği ve Osmanlı Devleti tarafından da kullanıyor. Kaleye çıkan yol, çeşmeden yukarıya doğru kıvrılarak şehir merkezine doğru uzanıyor ve ağaçların arasında kalmış büyük hamamın kalıntıları göze çapıyor. Kale içinde geçmişin izlerini taşıyan evlerin dışında, Menteşe Beyliği’nden kalan küçük hamam ve türbenin yolundan devam ettiğinizde sağ tarafta görebileceğiniz Ahmet Gazi Medresesi önemli noktaların başını çekiyor. Kaleye çıkmışken Milas Ovası‘nı uzun uzun izlemek ise başlı başına bir keyif oluyor…
Baltalı Kapı ve Su Kemerleri
Kentin kuzey kapısı olarak bilinen ve doğu yamaçtaki dağlardan şehre su getirmek için inşa edilmiş Su Kemerleri ile iç içe olan Baltalı Kapı, eski surlardan ulaşan tek kalıntı olma özelliği ile bölgenin en önemli noktalarından biri. Sodra Dağı‘nın beyaz mermerlerinden inşa edilmiş ve adını kilit taşı üzerindeki çift yüzlü balta kabartmasından alıyor. Beçin’den başlayıp, Mylasa’nın içinden geçerek Labranda’ya, oradan da Alinda’ya uzanan “Kutsal Yol”un bir parçası. Baltalı Kapı‘yı görmek için en ideal günün pazar günü olduğunu not düşelim; eski tip semt pazarı kurulan bu yerde yerelliğin ve tarihin iç içe geçmişliğini sonuna kadar hissedebilirsiniz.
Hekatomnos Anıt Mezarı
Milas’ın en önemli değerlerinden biri olan ve 2012 yılında UNESCO listesine giren Hekatomnos Anıt Mezarı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çalışmaları ile açık hava müzesine dönüştürülüp, 2018 yılında “Milas Uzunyuva Anıt Mezarı ve Müze Kompleksi” ismiyle ziyarete açıldı. Hisarbaşı Tepesi‘nin doğu yamacında bulunan, Karia kralı Hekatomnos’a ait anıt mezar; günümüze “mozole” kavramını taşıması ve dünyanın yedi harikasından birisi olan Halikarnas Mozolesi‘nin atası olmasıyla, son 100 yılın en büyük arkeolojik buluşu olarak görülüyor.
Milas Uzunyuva Anıt Mezarı ve Müze Kompleksi‘nde gezip görebileceğiniz diğer yerler: Milas’ın meşhur taş evlerinin bir örneği olan ve 1890’lı yıllarda inşa edilip bugün etnografik objelerin sergilendiği bir müzeye dönüştürülen Emin Ağa Konağı; halının Orta Asya’dan Anadolu’ya geliş sürecine ve Milas içindeki yolculuğuna şahit olabileceğiniz Milas Halısı Müzesi; Roma Dönemi’nde Menandros adına dikilmiş, 3.5 metre yüksekliğindeki bir onur sütunu olan ve üzerindeki leylek yuvalarına istinaden halk arasında aldığı ismi buraya veren “Uzunyuva”.
Çöllüoğlu Hanı ve Arasta
Hisarbaşı Mahallesi’nde bulunan Arasta, eski Milas’ta “ticaretin kalbi” olarak biliniyor. Günümüzde daha küçük bir alanı kapsıyor olsa da; hala terzi, tenekeci, ayakkabıcı ve esnaf lokantaları ile ticari faaliyetlerine devam ediyor. Çöllüoğlu Hanı da, 300 yıllık bir tarih mirası olarak, bu sokağın hemen yanı başında bulunuyor.
Çöllüoğlu Hanı, 1719 yılında Milas Ayanı Abdullah Efendi oğlu Hacı Abdülaziz Ağa tarafından yaptırılmış ve adını 1900’lerin başında burayı satın alan Tavaslı Hacı Mehmet Çöllüoğlu’ndan almış. Ortası taş döşeli bir avlu ile avlunun etrafında yer alan çift katlı odalardan oluşan hanın alt katı hayvanların, üst katı ise yolcuların konaklaması için kullanılırmış. 18. yüzyıl Osmanlı mimarisinin özgünlüğünü korumuş nadir yapılarından biri olan Çöllüoğlu Hanı, 2010 yılında Arasta ve çevresi ile birlikte restore edilmiş. Arasta’da köfte veya ciğer yedikten sonra, Çöllüoğlu Hanı’nda enfes bir Türk Kahvesi içmek Milas gezilerinin olmazsa olmazı.
Milas Müzesi
1987 yılında ziyarete açılan ve Milas Kültür Merkezi binasının içerisinde yer alan Milas Müzesi‘nde, ilçe merkezi ile çevresindeki arkeolojik kazılar sırasında çıkartılan yapıtlar ile M.Ö. 6-5 bin yıllarından başlayıp Roma dönemine kadar uzanan geniş bir dönem uzun yıllar boyunca sergilenmiş. Geçtiğimiz yıllarda yeni yerine taşınmak üzere (bir sonraki başlığımızda tam da bu konuya geleceğiz) tadilata alınmış; eserlerin çoğu da geçici olarak az önce bahsettiğimiz Milas Uzunyuva Anıt Mezarı ve Müze Kompleksi‘ne taşınmış. 1,5 dönümlük bir bahçeden ve iki katlı binadan oluşan eski müzenin, açık sergi alanı olarak kullanılan yemyeşil bahçesini hala gezebilir; mermer lahitler, yazıtlar, sütun parçaları, mezar stelleri ve pişmiş toprak pithoslara göz atabilirsiniz.
Gümüşkesen Mezar Anıtı
Milas’ın Gümüşkesen Mahallesi’nde bulunan Gümüşkesen Mezar Anıtı; Halikarnas Mozolesi‘nin küçük bir Roma dönemi kopyası olarak M.S. 2. yüzyılda yapıldığı belirtilen ve sapasağlam duran bir anıt mezar. Geçtiğimiz yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “Milas Yeni Arkeoloji Müzesi” adı altında başlatılan restore çalışmaları yarım bırakılınca, anıt ve çevresi atıl bir duruma düşmüş ve “Müzeler Şehri” Milas’ın kanayan yarası haline gelmiş. İki yılı aşkın süredir ziyaretlere kapalı olan Gümüşkesen Mezar Anıtı, şu an kocaman bir inşaat alanının içinde hapsedilmiş durumda olsa da, Milas‘ın en önemli değerlerinden biri.
Milas Tarihi Camileri
Milas, aynı zamanda Muğla’nın kültürel mirasını yansıtan tarihi camilere de ev sahipliği yapıyor; hatta bu yıl itibarıyla büyük kısmının restorasyon çalışmaları başlamış bulunuyor. Bu camilerin başını kent simgelerinden biri olan, 526 yıllık Kurşunlu Cami (Firuz Bey Camii) çekiyor ve Türk devletlerinin Milas’ta bıraktığı en güzel eserlerden biri olarak nitelendiriliyor. Tıpkı bu cami gibi Menteşe Beyliği döneminden kalan Ağa (Hasır) Camisi, ilçenin en büyük camilerinden Ulu Cami, Çöllüoğlu Hanı yakınındaki Belen Camisi, Batı Anadolu’nun en eski camilerinden biri olan Hacı İlyas Camisi görebileceğiniz diğer camiler arasında.
Geleneksel Milas Evleri ve Macar Evleri
Milas’a geldiğinizde yapabileceğiniz en tatlı tarihi tur ise, 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın ilk yıllarının geleneksel mimarisini günümüze taşıyan Milas evlerini gezmek. Ahşap cumbalı yapısı ve kimi yuvarlak, kimi köşeli, kimi ikiz kuleli Muğla tipi bacaları ile dikkat çeken bu tatlı evlerin büyük bölümü restore edilmiş durumda. En eski Milas Evleri’nin girişleri, altındaki veya yanındaki avlularında bulunuyor ve evler iki katlı olup, üst kat odaları ahşap destekli çıkmalarla sokağa taşıyor.
Milas’ın çok sevilen bir diğer mimari tarih öğesi ise, meşhur Macar Evleri. 1922 yılında yapılan ve “Madam Murat’ın Evi” denen köşk, Macar mimarisinin Milas’taki ilk örneğiymiş. Macar Mimar Pier Kubin tarafından yapılan bu ilk evi, Cumhuriyet’in ilk döneminde Avrupa’dan gelen Macar ve İtalyan mimarlar tarafından yapılan özel evler izlemiş. Macar Evleri‘nin sıra sıra bulunduğu cadde ise ‘’Süs Yolu’’ olarak adlandırılmış. Bugün de oldukça bakımlı olan bu evler özel mülkiyet olduğu için ziyaret edilemiyor ancak önünden geçerken yakın tarihe küçük bir zaman yolculuğu yapmak mümkün…
Milas‘ın anlatmalara doyamadığımız antik kentlerini ve diğer tarihi değerlerini gezerken, meşhur lezzetlerini de tatmak isterseniz, Milas Mutfağı yazımıza bekleriz. 🥰